İslam Bilim Tarihi

İslam Bilim Tarihini Neden Öğrenmeliyiz?

İnsanların âlemi tasavvur edebilmeleri için bilime ihtiyaçları vardır. Evrendeki olgu ve olayları birtakım yöntem ve tekniklerle açıklamaya çalışan ilim/bilim kavramı Kur’an-ı Kerim’de de sıkça zikredilmektedir. İnsanları düşünmeye ve öğrenmeye yönelten “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku! ” (Alak/1), “Oku, çünkü iyilik sahibi olan Rabb’in kalemi (kullanmayı) öğretti .“(Alak/3) ayetleri ilk indirilen ayetlerdir. Kur’an’ı Kerim’de bilgiye çok önem verilmiş, “Kulları içinde Allah’a en çok saygı duyan alimlerdir.“(Fatır/28) denilerek bilgiye ve bilim insanlarına verilen önemi de göstermiştir.

Müslümanlar bu nedenle ilim konusu üzerinde önemle durmuş, çok zengin bir medeniyet inşa etmişlerdir. İslam medeniyeti IX ve XIII. yüzyıllar arasında bilimsel çalışmalarda “Altın Çağ“ını yaşamış, aynı dönemde Hristiyan Avrupa’da ise “Karanlık Çağ” hüküm sürmüştür. İslam bilim çalışmaları gerçeklik, faydacılık ve gayecilik gibi üç temel kavramı esas almıştır. Gerçekçilik, olgu ve olayları anlamlandırmayı; faydacılık, insanlığın yararına olan faaliyetlerde bulunmayı; gayecilik ise insanı Allah’ın varlığına götürmeyi amaçlar. Bu konuda; “Âlimler peygamberlerin varisleridir.” (Tirmizi, İlim 19), “İnsan öldükten sonra şu üç şeyin dışında yaptıkları sona erer: süreklilik arzeden sadaka, kendisinden istifade edilen bilgi ve kendisine dua eden salih evlat” (Müslim, el-Vasiyye,14) gibi hadisler bulunmaktadır.

Geniş bir bilimsel vizyon anlayışına sahip olan İslam Bilimi; farklı kitlelere hitap eden, sürekli gelişim içinde olmayı teşvik eden, yenilikçi, insanlar arasında ayrım yapmayan, bilimi, bilimsel çalışmaları ve geniş bir bilimsel vizyon anlayışına insanlarını sürekli desteklemeyi amaç edinmiştir.

İslam peygamberi Hz. Muhammed’in ilmi mü’minin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır; (bkz. Tirmizi, İlim, 19), “İlim Çin’de bile olsa öğreniniz.” buyurması İslam’ın bilime, dil, din, ırk, cinsiyet, hayat tarzı, coğrafya vb. farklılıklar gözetmeden ortak miras anlayışı ile baktığını ve taşıdığı mesajların evrenselliğini göstermektedir.

Bu anlayışla İslam devletinin yöneticileri sınır ve farklılık gözetmeksizin bilimsel faaliyetleri desteklemişlerdir. Örneğin Abbasiler Dönemi’nde açılan medrese, hastane, rasathane gibi bilimsel çalışmalar yapılan yerlere yabancı bilim insanları cazip şartlar sunularak davet edilmiştir. Dil, din, ırk, cinsiyet ve coğrafi farklılıklar gözetilmeden bu kişilerin çalışmaları sağlanmıştır.

Abbasi Halifesi Harun Reşit Dönemi’nde (763-809) Bağdat’ta açılan ilk hastanenin başhekimliğine Hristiyan bir hekim olan İbn Bahtişu getirilmiştir. Yine bu dönemde oftalmolog (göz hastalıkları uzmanı) olan İbn Maseveyh ve onun Yahudi asıllı öğrencisi Huneyn bin İshak da Bağdat’a davet edilmiştir.

Huneyn bin İshak yaptığı çalışmalarla İslam tıp biliminin gelişmesine katkı sağlamış, Galen ve Hipokrat’ın Latince olan eserlerini Arapçaya çevirmiştir. Yine Halife El-Me’mun Dönemi’nde (786-833) yüksek ücretlerle Bizans ve Sicilya’dan çevirmenler getirilmiştir.

Bu dönemde toplum içerisinde saygı duyulan ve maddi durumu iyi olan ailelerin çocukları okuma ve yazma hak ve imkanına sahip olmuşlardır. İslam dininin gelmesinden sonra açılan okullarda herkesin eğitim almasının önü açılmış sınıf ve zümre farkı kalmamıştır.

Hz. Muhammed’in “Anne ve babanın çocuğuna bırakacağı en güzel miras ilimdir.” (Tirmizî, “Birr“, s. 33) hadisinde de belirttiği gibi İslam devletinde eğitime önem verilmiş, isteyen herkesin eğitim almasına imkân tanınmıştır. Ayrıca Mescid-i Nebevi’nin yanına yapılan “Ashab-ı Suffe” okullarında kadınlar için ayrı bölümün açılması kadınların eğitimine verilen önemi göstermektedir.

İslam dini insanlar arasında dil, din, cinsiyet ve renk ayrımı gözetmemiş; bilim çalışmalarında sınıf ve zümreler arasındaki farkı kaldırmıştır. Sadece hürlerin değil kölelerin de eğitim görmelerine imkân tanımıştır. Böylece eğitim ve bilim belirli bir zümreye ait olmaktan çıkarılmıştır.

Başa dön tuşu