Tarih Bilimi

Büyük Selçuklu Kültür ve Medeniyeti

Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşu Türk İslam tarihinde siyasi hayatta olduğu kadar ilim, sanat ve edebiyat hayatında da yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu dönemde âlimler, şairler, sanatkârlar Selçuklu sultanları ve yöneticileri tarafından himaye edilmiş; maddi ve manevi yönden desteklenmiştir.

Devlet tarafından inşa edilen eğitim ve bilim kurumları eliyle, toplumun her bakımdan geliştirilmesi amaçlanmıştır. Tarihçi Ravandi Selçuklu Türklerinin kültür ve medeniyete verdiği bu önemi anlatırken Büyük Selçuklu Devleti’ni bir ağaca benzetmiş; bu ağacın meyvelerinin kurulan medreseler, kervansaraylar ve diğer sosyal kurumlar olduğunu belirtmiştir.

1- Düşünce ve İlim Hayatı

Büyük Selçuklu Devleti’nde düşünce ve ilim hayatı alanındaki ilk sistemli çalışmalar medreselerin açılışıyla başlamıştır. Kaynaklar Tuğrul Bey’in 1046 yılında Nişabur’da bir medrese kurulması için emir verdiğini söylese de Selçuklu medreseleri deyince akla gelen ilk isimler Sultan Alp Arslan ve veziri Nizâmülmülk’tür.

XIV. yüzyıl tarihçilerinden Hafız Abru’nun anlattıklarına göre Alp Arslan Nişabur’u ziyareti sırasında camide toplanmış bir grup görünce Nizâmülmülk’e bunların kim olduğunu sorar. Vezir de onların dünya zevklerini terk etmiş, kendilerini erdemli olmaya ve mükemmelleştirmeye adamış ilim insanları olduklarını söyler.

Bunun üzerine Sultan onlardan ülkesinin bekası için dua etmelerini ister. Ayrıca ilimle uğraşanların rahatlıkla toplanıp özgürce tahsil yapabilmeleri için her şehirde eğitim kurumları inşa edilmesi talimatını verir. Böylece vezir Nizâmülmülk’ün adıyla anılacak medreselerden ilki Nişabur’da kurulur. Nizamiye Medreselerinin en tanınmışı ise 1064-1066 yılları arasında Bağdat’ta inşa edilir.

Selçukluların medrese eğitimine önem vermesinde eğitim öğretime ilişkin amaçların yanı sıra dinî-siyasi nitelikteki mücadeleler de rol oynadı. Büyük Selçuklu Devleti Abbasi halifeliğini Şiilerin elinden kurtararak Sünni İslam âleminin liderliğini üstlendikten sonra Mısır’da hüküm süren Fâtımilerle karşı karşıya gelmişti.

Fâtımiler halifelik iddialarının önündeki en büyük engel olarak Selçukluları görüyor ve onları propoganda yoluyla zayıflatarak yıkmak istiyorlardı. Bu amaçla Mısır’daki Ezher Camii’ni daî denilen Şii propagandacıların yetiştirildiği bir merkez hâline getirmişlerdi. Selçuklular Bâtınilik adıyla bilinen yıkıcı faaliyetlere karşı askerî ve siyasi yöntemlerle mücadele ediyorlardı.

Ancak söz konusu tehlikeye karşı fikrî alanda da mücadele etmek gerekiyordu. Nizamiye Medreselerinin Nişabur ve Bağdat’tan sonra Taberistan ve Huzistan gibi Şiî nüfusun yoğun olduğu İran topraklarında açılması bu mücadele ihtiyacının bir göstergesiydi.

İran’daki Hargird Nizamiye Medresesi kalıntılarından bir görünüş

Medreselerin açılışında Büyük Selçuklu Devleti’nin ihtiyacı olan memurları, hukukçuları ve yüksek rütbeli yöneticileri yetiştirme amacı da rol oynadı. Din âlimlerinin sayısını arttırarak halkın İslamiyet’i doğru biçimde öğrenmesini sağlamak da bu kurumların görevleri arasındaydı. Dönemine göre üniversite karakteri taşıyan Nizamiye Medreselerinde belli bir programa ve yönteme bağlı kalınarak öğretim yapılırdı.

Bu eğitim kurumlarında fıkıh, kelam, hadis, tefsir gibi dinî ilimlerin yanı sıra tıp, matematik, astronomi, geometri, fizik, kimya ilimleri de okutulurdu. Müderrislerin ve talebelerin beslenme, giyinme, barınma, ısınma, aydınlatma ve eğitimle ilgili ihtiyaçları medrese tarafından karşılanırdı. Nizamiye Medreselerinde daha önceki medreselerden farklı olarak müderrislere düzenli ücret ödenir, talebelere de burs verilirdi.

Bu uygulamayla müderrislerin ve talebelerin geçim kaygısından kurtularak kendilerini ilme vermeleri amaçlanmıştı. Nizamiye Medreseleri bu özellikleriyle daha sonra kurulacak medreselere model olmuştur. Diğer yandan toplumun her kesiminden insana açık olan bu kurumlar eğitimde fırsat ve imkân eşitliğini sağlayıcı bir rol oynamıştır. Nizamiye Medreseleri Batı’daki benzerlerinin aksine devlet tarafından kurulup geliştirilen eğitim kurumlarıydı.

Buralarda müderrislik yapacak kişiler ilmî yeterliliği kabul edilen âlimler arasından özel olarak seçildikten sonra vezir veya bizzat hükümdar tarafından atanırdı. Müderrisler genellikle bir seccade veya post üzerinde oturarak ders anlatır, öğrenciler halka hâlinde onu dinlerdi. Öğretim dili Arapça olan bu medreselerde ders veren âlimlerin en tanınmışlarının başında Gazalî geliyordu.

Nizâmülmülk’ün Bağdat’taki Nizamiye Medresesine başmüderris olarak atadığı Gazalî görüşleriyle Bâtınilik fikrini çürütmeye çalıştı. Tasavvuf ile kelamı uzlaştırarak ileri sürdüğü görüşlerle felsefede çığır açan Gazalî akıl ile vahyi birleştirerek medrese eğitiminde yeni bir kelam geleneği başlattı. Nişabur Medresesinde kendisini yetiştiren hocası Cüveynî Gazalî’yi derin bir denize benzetmiştir.

Gazalî dinî ve siyasi alanlardaki düşünceleriyle yalnız Selçuklulara değil, Osmanlı Devleti’nin kurucularına da ilham verip yol gösteren bir İslam âlimi olmuştur. Medreseler gibi kütüphanelere de önem veren Selçuklular her medreseye bir de kütüphane kurmuşlardı. Bunlardan başka ülkenin çeşitli yerlerinde faaliyet gösteren bağımsız kütüphaneler de mevcuttu.

Bu yazımız da ilginizi çekebilir  Yazının İcadı ve Önemi

Örneğin Kirman Selçukluları Hükümdarı Melik Muhammed’in beş bin ciltlik bir kütüphanesi vardı. Büyük Selçuklu Devleti’nde kültür ve medeniyet alanında gösterilen çabalar sonucunda önemli ilim insanları yetişti. Bunlardan biri olan Ömer Hayyam mantık, matematik ve astronomi alanlarında yaptığı çalışmalarıyla tanındı.

Sultan Melikşah’ın isteğiyle 1075 yılında Isfahan Rasathanesini kuran Ömer Hayyam burada astronomik gözlemler yaptı. İsfirâzî ve Vâsıtî gibi önemli bilim insanlarıyla birlikte güneş yılı esasına dayanan Celâli takvimini düzenledi. “El Cebr” (Cebir) adlı eserinde ikinci ve üçüncü dereceden denklemlerin çözümlerini gösterdi. Selçuklu matematik ve astronomi âlimlerinden bir diğeri Hazini’dir.

Hazini Sultan Sencer’e sunduğu “Zicü’l Muteber” adlı eserinde doğum yeri olan Merv’in de bulunduğu çeşitli şehirlerin enlem ve boylam derecelerini verdi. Matematikçi Beyhakî, tarihçi İsfahanî ve dil bilimci Curcanî de Selçuklu Dönemi’nde yetişen önemli âlimler arasındaydı. Selçuklular Dönemi’nde tıp ilminde çeşitli gelişmeler yaşandı.

Tuğrul Bey’in emri ile vezir el-Kündüri tarafından Bağdat’ta kurulan Adûdî Hastanesi İslam âleminin en büyük tıp merkezi durumundaydı. Burada dâhiliyeciler, cerrahlar, göz hekimleri ve ortopedistler görev yapıyordu. Tıp eğitimi de verilen hastanede İbn-i Baks, İbn-i Kaşkarîyâ, er-Rûmî gibi ünlü hocalar genç hekimleri yetiştiriyorlardı. Bu hocalardan biri olan İbnü’l-Tilmiz ilaçlar ve tedavi yöntemleriyle ilgili eserler kaleme almıştı.

Dönemin bir diğer sağlık merkezi Selçuklu Atabeyi Nureddin tarafından Şam’da kurulan hastane idi. Nureddin Hastanesi olarak bilinen bu merkezde hasta yatağı başında pratik tıp eğitimi yapılıyordu. Selçuklular dinî alanda da ilmî çalışmalarda bulundular. Kelamda Gazalî ve İsferâyinî, hadiste Vâsıtî, fıkıhta Ebu İshak Şirazî ve Cüveynî, tefsirde Vâhidî ve tasavvufta Muhammed Ensarî Büyük Selçuklu Dönemi’nin önde gelen din âlimleri oldular.

2- Edebiyat ve Sanat Hayatı

Büyük Selçuklu Devleti’nde resmî işlerde ve edebiyatta Farsça, medrese eğitiminde Arapça, orduda Türkçe yazılıp konuşulurdu. Bu dönemde ilim insanlarının yanı sıra çok sayıda şair ve edebiyatçı yetişmişti. Bunlardan Şirazlı Sadi “Bostan” ve “Gülistan” adlı eserleriyle, Ömer Hayyam ise rubaileriyle tanındı. Şairlerin hükümdarı anlamında melikü’ş-şuarâ adıyla bilinen Muizzî akıcı ve sanat değeri yüksek şiirleriyle beğeni topladı.

Enverî, Ezrâki ve “Tarih-i Âl-i Selçuk” adlı eserinde Selçukoğulları tarihini anlatan Hatunî devrin ünlü edebiyatçıları arasındaydı. Güzel sanatlarla ilgilenen Selçuklular fethettikleri toprakları bayındır hâle getirebilmek için mimarlık sanatına büyük önem verdiler. Bu kapsamda Şam, Halep, Diyarbakır gibi şehirlerin kale ve surlarını onardılar.

İsfahan, Bağdat, Nişabur, Merv, Herat gibi önemli merkezlerde camiler, mescitler, türbeler, saraylar, köşkler, çarşılar ve medreseler inşa ettiler. Yollar üzerine köprüler ve ribatlar kurarak ülkenin imarına çalıştılar. Selçuklu mimarisinin başta gelen eserleri camilerdir. Bu camilerin en meşhuru yapımına Melikşah zamanında başlanan başkent İsfahan’daki Mescid-i Cuma’dır.

Selçuklu camileri özgün planları ve silindir gövdeli, ince uzun minareleriyle İslam mimarisinde yeni bir üsluba öncülük etmiştir. Selçukluların İslam mimarisine getirdikleri bir diğer yenilik Türk çadırlarına benzeyen ve “kümbet” olarak da adlandırılan türbelerdir. Birer anıt mezar görünümündeki bu yapıların en tanınmışları, Sultan Sencer ve İmam Gazalî Türbeleri ile Radkan Kümbeti’dir.

Selçuklularda mimariye bağlı olarak süsleme sanatları gelişmiştir. Çinilerin yapılarda bir süs unsuru olarak kullanılması Büyük Selçuklu topraklarında başlamış, oradan Türkiye Selçukluları aracılığıyla Anadolu’ya yayılmıştır. Süslemelerde Orta Asya Türk motiflerinin yanı sıra genellikle av sahneleri, saray hayatı, süvariler ve müzisyenler kullanılmıştır.

Selçuklular, seramik ve maden işçiliğinde kendilerine özgü bir teknikle estetik değeri yüksek eserler verdiler. Kakma yöntemiyle bronz ve pirinç eserler üzerine altın ve gümüş süslemeler yaptılar. Bu sanat dallarından başka halı ve kilim dokumacılığı ile hat, tezhip ve minyatür sanatlarında da benzersiz güzellikler ortaya çıkardılar.

Tarih Bilimi Ders Notları

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu