Psikolojide Dil ve Düşünme Nedir?

Dil ve Düşünme
Yalın olarak dil kavramını düşündüğümüzde aklımıza ilk gelen tatma organı olarak dil, sonrasında ise diğer insanlarla duygu ve düşüncelerimizi anlatmak için aramızda kurulan iletişim dili akla gelir. İnsan psiko-sosyokültürel bir varlık olarak yaratılışla kendisine verilen yetilerden biri olan konuşabilme özelliğini içinde yaşadığı sosyal alan ilişkilerinde kolaylık ve zorunluluk olarak kullanır.
Çoğu zaman dil insanın düşüncelerini yansıtmasının bir aracı olarak değerlendirilir. Aynı zamanda düşünme eyleminin kavramlarla gerçekleştiğini hatırladığımızda; öğrendiğimiz kavram sayısının artmasının düşünmemizi o ölçüde genişlettiği ve derinlik kazandırdığını söyleyebiliriz. Öyleyse dil, duygu, düşünce, istek ve değerlendirmelerimizi başkalarına aktarırken kullandığımız sembol ve simgelerden oluşan iletişim aracıdır.
Düşünme ile arasında kopmaz bir ilişki vardır. Dilsel becerilerimiz düşünme yeti ve kapasitesinin artmasına neden olur. Bu artış ile dil becerilerinin artması arasında doğrusal bir ilişki olduğu açıktır; yani biri artarken diğerinin de artması kaçınılmazdır.

Dil sembolik bir iletişim aracı olarak insanın yaşadığı duygu ve durumların ifade edilmesini birtakım kurallar vasıtasıyla ve sembollerin birbirine bağlanması yoluyla gerçekleştirir. Antropolojik araştırmalarda bulunan mağara resimleri o dönemin kültürüne ait iletilmek istenen mesajları içerir.
Bu aynı zamanda bize kendine özgü kural ve sembollerden oluşan bir dilin varlığını anlatır. Tıpkı Kızılderililerin aralarında iletişimi sağlamak için dumanla oluşturdukları sembolik dil gibi. Bunun yanı sıra duygularımızı ifade etmek için müzik ve şiirden de yararlanabiliriz.
Dilin yapısı ses ve sembollerden oluşur. Ses, titreşimlerin oluşturduğu frekansla ölçülür. İnsan tarafından sesin duyulabilirliği 20 ile 20.000 frekans aralığındaki titreşimlerin yüksekliği ya da düşüklüğüne bağlıdır.
Her toplumun kendine özgü sembollerle oluşturduğu bir dili vardır. Toplumların farklı iletişim dilleri olmasına rağmen değişmeyen ilgi çekici bir yön tüm bebeklerin dilinin aynı olmasıdır. Farklı toplumlarda doğan her bir çocuk “bebek dilince” önce ihtiyaçlarını bildirmek için ağlar ve çevresiyle iletişim kurar.
Bir müddet sonra oluşan agulama dönemi dediğimiz anlamsız seslerin çıkarılmasıyla başlayan bu dönem de tüm toplumlarda bebek dilinde aynıdır. Ancak daha sonra bu ortak ifade etme biçimi olan bebek dili yerini anlamlı hecelere ve ana dilini öğrenmeye bırakır.
Artık her bebek ortak dili bırakmış ve kendi ana dilini konuşur hâle gelmiştir. İşte bu çağlardan itibaren başlayan dil eğitimi ne kadar çok nitelikli, kapsamlı olursa düşünme, ifade etmede dil ve dilsel becerilerin rolü önem kazanır.
Yani dilsel kazanımlar beceriye dönüştükçe ayrı ayrı dillerin konuşulduğu toplumlarda yetişen bireyler ana dillerini iyi kullanan, düşündüklerini ve duygularını ifade edebilen, sağlıklı iletişim kuran bireyler hâline gelirler.

Kaynak:12.Sınıf Psikoloji Ders Kitabı (PDF)