Tarih Bilimi

Kadim Dünyada Bilimler

Bilim, insanın temel ihtiyaçlarını giderebilme çabasının sonucunda ortaya çıkmış ve gelişme göstermiştir. Yaşanılan çevreyi tanıma, zamanı algılama, beslenme, barınma, hastalıklardan korunma ve iyileşme bu ihtiyaçların belli başlılarıdır. Kadim zamanlar denilen eski dönemlerde bu ihtiyaçlara bağlı olarak en fazla gelişen bilimler ise astronomi, coğrafya ve tıp olmuştur.

1- Astronomi

Astronomi gök cisimlerinin konumları ve hareketleri ile bunların fiziksel ve kimyasal yapılarını inceleyen bilim dalıdır. Astronominin doğuşu insanın evreni keşfetme çabasıyla yakından ilgilidir. Ay ve Güneş tutulmaları, gök taşı düşmesi, yıldız yağmurları ve kuyruklu yıldızların görülmesi bugün olduğu gibi geçmiş dönemlerde de insanların dikkatini çekmiştir.

İnsan güneşin doğuşunu ve batışını, Ay’ın ve diğer gök cisimlerinin hareketlerini gözlemledikçe doğadaki düzenin farkına varmıştır. Gece ve gündüz oluşumunun, mevsim döngüsünün, iklimlerin ve hava olaylarının da bu düzenin sonucunda meydana geldiğini tespit etmiştir. Gök olaylarının yeryüzündeki olaylarla ilişkisini keşfettikten sonra insanlar bu ilişkilerden yararlanmak amacıyla düzenli gözlemler yapıp kayıtlar tutmaya başladılar.

Dünya'yı taşıyan Atlas heykeli
Dünya’yı taşıyan Atlas heykeli

Böylece gök cisimlerinin konumlarına ve hareket sürelerine ilişkin bilgilere ulaşarak, olacakları önceden görüp hayatlarını planlamaya başladılar. Astronomi ilk zamanlarda sadece çıplak gözle görülebilen gök cisimlerinin gözlemlenmesiyle elde edilen verilere dayanıyordu. O dönemlerde astronomi bilginleri Dünya’yı hareketsiz ve düz bir zemin olarak görüyor ve mitoloji kahramanı Atlas’ın taşıdığını hayal ediyorlardı.

Güneş, geceleyin bu direkler arasındaki yollardan geçerek ertesi gün yeniden doğuyordu. Türklere göre evren, merkezinde Kutup Yıldızı’nın bulunduğu bir kubbe şeklindeydi ve sabit bir hızla dönüyordu. Kutup Yıldızı’nın tam altında ise Türk hakanı oturuyordu. İlk medeniyetlerde astronominin ortaya çıkmasında yön bulma ve zamanı ölçme gibi ihtiyaçlar rol oynamıştı.

Örneğin Yunanlar için denizcilik başlıca geçim kaynağı olduğu için gemicilerin denizde yönlerini bulması hayati önemdeydi. Bu nedenle ünlü Yunan filozofu Thales (Tales) Yunan gemicilere kuzey yönünü bulmaya yarayan Küçük Ayı takımyıldızını gözlemleyerek seyahat etmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Eski Mısır’da ise astronomi, takvimi oluşturma ihtiyacı sebebiyle önemliydi.

Çünkü Mısırlılar için tarımsal faaliyetlerin düzenli olarak yürümesi Nil Nehri’nin taşma zamanının doğru tahmin edilmesiyle mümkündü. Ekme ve biçme zamanlarının hesaplanması da buna bağlıydı. Mısırlı astronomlar gökyüzünün en parlak yıldızı olan Sirius’un doğu yönünde göründüğü zaman Nil Nehri’nin taştığını tespit ederek takvimlerini buna göre düzenlediler. Mısırlılar astronomi bilgisini dev boyutlu kral mezarları olan piramitlerin inşasında da kullandılar.

Astronominin geliştiği kadim uygarlıklardan biri Mezopotamya idi. Bu uygarlığın temelini atan Sümerler “ziggurat” denilen tapınaklarını aynı zamanda gözlemevi olarak kullanarak astronomi alanında önemli keşifler yaptılar. Geceyi ve gündüzü on ikişer saat olarak hesaplayan Sümerler, bir yılı otuzar günden oluşan on iki aya böldüler. Babiller düzenli gözlemler yapmak amacıyla gökyüzünü bölgelere ayırarak her bir bölgeye hayvan ve eşya isimleri verdiler.

Gözlemleri sonucunda Merkür ve Venüs’ün Güneş’in etrafında hareket ettiğini buldular. Ay ve Güneş tutulmalarının zamanını tespit edip Ay’ın evrelerini gösteren çizelgeler yaptılar. İlk Çağ’da insanların astronomi ile ilgilenmesinde yıldızların ve gök cisimlerini tanrılarla özdeşleştirmeleri de önemli rol oynadı. Bu nedenle ilk astronomlar rahipler arasından çıktı.

Rahipler gök cisimlerinin hareketlerini ve konumlarını tanrıların işareti olarak görüp, bunlardan yola çıkarak kehanetlerde bulundular. Ayrıca insanların kişilikleri, geçmiş yaşantıları ve gelecekleri hakkında bilgiler verdiler. Kadim zamanlardan günümüze gelinceye kadar insanların evren algısında ve gök cisimleriyle ilgili bilgilerinde önemli değişiklikler meydana geldi.

Geçmişte insanlar yıldızları ve uzayı çıplak gözle, yerden izliyorlardı
Geçmişte insanlar yıldızları ve uzayı çıplak gözle, yerden izliyorlardı

Gelişen astronomi bilgisinin yanı sıra teleskobun, uzay araçlarının ve uyduların icadıyla birlikte astronominin incelediği konular oldukça çeşitlendi. Bu durum astronominin amaçlarıyla birlikte araştırma yöntemlerini de değiştirdi. Günümüzde astronomlar gökyüzünü çıplak gözle değil, gelişmiş araçlarla inceliyorlar.

Günümüzde uzay araştırmaları, haberleşme ve televizyon yayıncılığı gibi işler uydularla yapılıyor.
Günümüzde uzay araştırmaları, haberleşme ve televizyon yayıncılığı gibi işler uydularla yapılıyor.

Bu araçlar yardımıyla gözle görülenlerin yanı sıra görülemeyen gök cisimleri hakkında da bilgiler ediniyorlar. Haberleşmeden televizyon yayıncılığına, gezegenlerde tarım yapmak ve yeni yaşam alanları kurmaktan uzay madenciliğine kadar çok çeşitli amaçları gerçekleştirmek için astronomi biliminden faydalanıyorlar.

2- Coğrafya

İnsan yeryüzünde görüldüğü andan itibaren coğrafyanın konusu olan doğa ile iç içe yaşadı. Beslenme, barınma, korunma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için çevresiyle sürekli ilişki hâlinde oldu. Salgın hastalıklar, kıtlık, doğal afetler, avlanma ve savaşlar nedeniyle göç ederek yeni yerler tanıma imkânı buldu.

Ayrıca merakını gidermek amacıyla seyahatlere çıktı. İnsan bu yer değiştirmeleri sırasında mekânı kolayca algılayabilmek ve gideceği yolu bulabilmek amacıyla haritalar çizip gördüklerini tasvir etmeye çalıştı.

Coğrafya biliminin ilk izleri, Yunanların MÖ VIII. yüzyıldan itibaren Akdeniz kıyılarında koloniler kurmak amacıyla yaptıkları yolculuklarda ortaya çıktı. Söz konusu yolculuklar sırasında coğrafya bilgisi genişledi. Bilinen ilk dünya haritaları da aynı dönemde çizilmeye başlandı.

Yunanlar gibi coğrafya ile ilgilenen bir diğer İlk Çağ toplumu Romalılardı. Romalılara ait coğrafya çalışmalarının temel amacı sefere çıkan ordunun su ve yiyecek bulabileceği yerleri belirlemekti.

Bu yazımız da ilginizi çekebilir  İslamiyet’in Doğuşu Sırasında Dünyanın Genel Durumu

Coğrafya biliminin gelişmesine en fazla katkıda bulunanlardan biri Makedonya Kralı Büyük İskender oldu. İskender, Asya seferi sırasında fethettiği ülkeler hakkında bilgilenmek amacıyla yanından coğrafyacıları ayırmadı. Onun Mısır’da kurmuş olduğu İskenderiye Kütüphanesinde görev yapan Eratosthenes (Eratostenes) Dünya’nın yuvarlaklığına inanan ve yaptığı deneylerle Dünya’nın çevresini bugünkü değerine yakın olarak hesaplayan bir bilim insanıydı.

Eratosthenes “Yeryüzünün Tasviri” anlamına gelen “Geography” adlı eserinde coğrafya terimini ilk kez kullanarak coğrafya biliminin kurucusu oldu. İskenderiye’de yetişen bir başka bilgin olan Hipparchus (Hiparkos) (MÖ 180-127) ise yerküre üzerine meridyen denilen hayalî çizgiler çizdi.

Eratosthenes (temsilî)
Eratosthenes (temsilî)

Eratosthenes ve Hipparchus gibi coğrafyacılar kendilerinden sonra gelen coğrafyacılara kaynaklık ettiler. Bunlardan biri olan Amasyalı Strabon Roma İmparatorluğu topraklarında gezdiği yerlerle ilgili bilgiler verdiği 17 ciltlik “Geographika” adlı eserini yazdı. Ayrıca bir dünya haritası çizdi.

Amasya'da bulunan Strabon heykeli ve Strabon'un çizdiği dünya haritası
Amasya’da bulunan Strabon heykeli ve Strabon’un çizdiği dünya haritası

Coğrafya bilimi İlk Çağ’dan günümüze kelime anlamını korumakla birlikte tanımı, amaçları, inceleme alanı ve uyguladığı yöntemler bakımından önemli değişikliklere uğramıştır. Günümüz coğrafyası kadim dönemlerde olduğu gibi canlı ve cansız varlıkları betimlemekle yetinmeyip bunlar arasındaki etkileşimin sebep ve sonuçlarını da açıklamaktadır.

Diğer yandan coğrafya sadece askerî amaçlarla kullanılan bir bilgi birikimi olmanın ötesine geçerek insana çevresinden çok yönlü yararlanma yollarını gösteren bir kılavuz hâline dönüşmüştür. Coğrafya kullandığı araçlar ve teknikler yönünden geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde ilerlemiştir.

Günümüz coğrafyacıları sınırlı bilgiler ve imkânlarla uzun süreli yorucu çalışmalar yapan eski zamanlardaki meslektaşlarına göre oldukça şanslıdır. Eskiden yıllarca süren uzun yolculuklar sırasında çizilen haritalar bugün uydu fotoğrafları ve bilgisayarlar yardımıyla kolayca elde edilebilmektedir.

Coğrafi gözlemler ve ölçümler, gelişmiş teleskoplar ve diğer teknolojik araçlar yardımıyla hata payı son derece düşük olacak şekilde kısa sürede yapılmaktadır.

3- Tıp

Kadim zamanlardan günümüze insanlığın en fazla ilgi gösterdiği bilimlerden bir diğeri tıptır. İlk insanlardan itibaren toplumda av veya savaş sırasındaki yaralanmaları tedavi etmek üzere gözlem ve muhakeme yeteneğine sahip, becerikli ve cesur kimseler öne çıkmıştır. Büyücü, hekim, şaman vb. adlarla bilinen bu kişiler tıbbın ilk temsilcileridir.

Mezopotamya uygarlıklarında hastalıklar genellikle tanrıların cezası olarak algılandı. Hastalıkların teşhisinde de aynı anlayışın gereği olarak gelecekten haber alma ve fal bakma yöntemleri kullanıldı. Bu yöntemlerin en yaygını su dolu bir kap içine zeytinyağı dökmek ve su yüzeyinde oluşan yağ şekillerini yorumlamaktı.

Hekim-rahip veya hekim-büyücüler birtakım ritüellerle hastalıkları tedavi etmeye çalışırlardı. Hayvansal ve bitkisel kökenli ilaçlar kullanmak, cerrahi operasyonlar yapmak da tedavi yöntemleri arasındaydı. O dönemlerde yapılan en ilginç ameliyatlardan biri kafatasının delinmesi şeklindeydi.

Böylece hem baş ağrısının giderileceğine hem de beyindeki kötü ruhların dışarı çıkarılacağına inanılırdı. Mezopotamya kanunlarına göre cerrah hastayı iyileştirdiğinde ödüllendirilir, başarısız olduğunda ise cezalandırılırdı. Hastanın işlediği günahı itiraf etmesi ve kurban kesmesi de tanrıların öfkesini hafifletmek için başvurulan yöntemlerdendi.

Büyücülük Mezopotamya’da olduğu gibi Mısır’da da tıbbın ayrılmaz bir parçasıydı. İlk Çağ Anadolu uygarlıklarından Hititler hastalıkları tanrıların kendilerini cezalandırması olarak görmüşlerdi. Bu nedenle hastalıklardan korunmak için genellikle dua ve büyü yöntemlerini benimsemişlerdi. Hasta organın köpeğe yalatılması, bir hayvanın aynı organının pişirilerek hastaya yedirilmesi de Hitit tıbbının diğer tedavi yöntemleriydi.

Antik Yunan uygarlığının ilk zamanlarında hastalıklar felsefi yorumlarla açıklanmaya çalışıldı. Hastaların tedavisi ise Sağlık Tanrısı Asklepios adına kurulan tapınaklarda yapıldı. Bilimsel tıbbın kurucusu olarak kabul edilen Hipokrat (MÖ 460-337) da bu uygarlığın sınırları içinde doğdu. Hipokrat, hastalıkların doğaüstü güçlerin kötülüklerinden değil fiziki nedenlerden kaynaklandığını ileri sürerek tıp tarihinde yeni bir dönemin kapısını açtı.

Hipokrat (temsilî)
Hipokrat (temsilî)

Hipokrat, Anadolu kıyılarına yakın İstanköy Adası’nda kurduğu tıp okulunda öğrencilerine hasta başında klinik dersler vererek muayene, belirtileri gözleme ve tanı koyma yöntemlerini geliştirdi. Onun öğrencileri hekimlik mesleğine adım atarken bütün hastalara yardım edeceklerine, kimseye öldürücü ilaç vermeyeceklerine ve hastaların sırlarını saklayacaklarına dair yemin ettiler.

İnsanın toprak, su, hava, ateş ve eterden meydana geldiğine inanan Hintler hastalıkların temelinde kötü ruhların olduğunu düşündüler. Bunun yanında bitkilerle tedavi yöntemini de uyguladılar. Hintler sağlık için bedenin yanı sıra zihin disiplinine de önem verdiler. Bu nedenle hastalıklara karşı yoga adıyla bilinen ve beden ile zihni uyumlu hâle getiren egzersizler geliştirdiler.

Çinliler yin yang felsefesi gereği insanın hastalık ve sağlık, iyilik ve kötülük gibi karşıtlıkların etkisinde olduğunu düşündüler. Hastalıklardan ve kötülüklerden korunmak için de geleneksel tedavi şekillerinden olan masajı ve akupunkturu kullandılar.

Tarih Bilimi Ders Notları

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu